Diyanet-Sen Genel Merkezi
Birlikte Yaşamanın En Güzel Örneği Hz. Muhammed (S.A.V)
Birlikte Yaşamanın En Güzel Örneği Hz. Muhammed (S.A.V)
Bu yıl Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin ana teması Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Peygamber Efendimiz ve birlikte yaşama ahlakı olarak belirlendi.
Birlikte yaşama, farklı inanç, din, düşünce, mezhep, grup, cemaat ve kültürden insanların aynı toplumsal atmosferde kendi inanç, din, düşünce ve kültürlerini koruyarak bir arada yaşama pratiklerini ifade eder.
İnsan sosyal bir varlıktır ve yaratılışının gereği olarak birlikte yaşama eğilimindedir. İslam dini ve diğer ilahi dinlerin yapmak istediği toplumda birlikte yaşama ilkelerini ortaya koyarak, insanlara öğretmek, birlikte yaşama düzeninin nasıl inşa, ikame ve idame edileceğini insanlara göstermektir.
Güzel dinimiz İslam, farklılıkların bir arada barış ve huzur içinde yaşamalarına dair ahlak ve hukuk ilkelerini belirlemiş yegâne dindir. İslam’ın “öteki” anlayışı, farklılıkların bir kimlik olarak muhafaza edilip yaşatılmasını öngörür. Kur’an-ı Kerim, farklılıkları Allah’ın ayetleri olarak değerlendirir (Rûm, 30/20.) ve insanların kavimlere, kabilelere, ırklara ayrılmasının hikmetini “teâruf” kavramıyla izah eder. (Hucurat, 49/13.) Buna göre yeryüzünde dillerin, renklerin, etnik yapıların farklı farklı oluşu, ötekini tanıma, bilme ve kabullenme anlamına gelen tearufu gerektirir. İnsan, farklılıkların ilahi kudretin, hikmetin ve sınavın birer parçası olduğunu (Maide, 5/48.) idrak etmeli, erdemli ve faziletli bir duruşla bir arada yaşama hedefine ulaşabilmelidir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanından günümüze İslam toplumları, Müslüman olmayan toplumlarla ilişkilerinde her zaman belli ölçüleri gözetmiştir. Bu ölçüleri belirleyen bizzat Kur’an ve Hz. Peygamberin (s.a.s.) sünnetidir.
Medine İslam toplumunda üç ilahi dinin mensupları arasında örnek ilişkiler kurulmuş, antlaşmalar imzalanmış, birlikte yaşama hukuku geliştirilmiş ve bu hukuk Medine Vesikası ile yazılı hâle getirilmiştir. Bu manada İslam tarihi bir arada yaşama kültürü konusunda oldukça zengin bir birikime sahiptir.
Bu arada modern dünya, tarihî tecrübeleri fazla dikkate almadan kendi değerler dünyasını inşa etti. Bu değerler dünyası içinde kendi hayat tarzını, kurumlarını, insan ilişkilerini, dilini üretti. Geçmişe dair ne varsa, bugüne dair ne elde ettiyse hepsini bu yeni zihniyete arz etti. Ancak hayata bakışı hikmet ve merhamet değil, güç ve menfaat eksenliydi. Bu yüzden pozitivizm ve hümanizmin görece dünyası içinde sürekli bir çatışma kültürü meydana geldi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, soğuk savaş dönemleri, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslarda yaşanan trajediler, insanlığın son asırlarda yaşadığı büyük acılardır. Bilhassa son yıllarda Arakan’da, Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de ve Yemen’de yaşanmakta olan şiddet ve çatışma ortamı insanlığın vicdanını sızlatmaya devam etmektedir. Tüm bu savaş, çatışma, işgal ve soykırımlar nedeniyle zorunlu yer değiştirmeler ve göçler yaşandı ve halen de yaşanmaya devam ediyor.Bütün bunların yanında içinde yaşadığımız dönemde bilhassa Avrupa’da dışlayışı bir dil ve nefret söylemi, ötekileştirici ve parçalayıcı bir siyaset ile mahkum ve mağdur edilen Müslümanlar İslamafobiyemağruz bırakıldı.
Üzülerek belirtelim ki, birlikte yaşama kültürüne dair teorik ve pratik birikimimize rağmen bugün hâlâ farklılıkları kabullenme meselesi, en büyük toplumsal problemlerimizden birisidir. Hâkim gücün farklılıkları aza indirme, hatta tamamen kaldırmaya yönelik gizli ya da açık baskısı küresel bir mesele olarak karşımızdadır. Batı toplumlarında var olan “farklılıklarla birlikte yaşama zafiyeti” Müslümanlara karşı İslamofobi kaynaklı nefret söylemleri, ayrımcılık politikaları ve camilere yönelik saldırı girişimleri ile gün yüzüne çıkarken, İslam toplumlarında da mezhepçilik, meşrepçilik, ırkçılık, ideolojik ayrımcılık sebebiyle iç çatışmalar yaşanmakta, masum canlar katledilmekte, şehirlerin tarihî ve kültürel dokusu yok edilmektedir.
Müslümanların, yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’in ve Peygamber Efendimiz (s.a.s)in öğretilerini bir daha gözden geçirerek bilinçli bir şekilde uygulamaya, İslam’ın medeniyetler inşa eden eşsiz ilkelerine, farklılıkları çatışma ve yıkım sebebi değil, gelişme ve zenginleşme fırsatı olarakdeğerlendirme becerisine, elimizdeki bir imkanı başkasının ihtiyacı için kullanabilmeye, her zamankinden çok ihtiyacımız var. Bunu başardığımızda coğrafyamız yeniden selam ve eman yurdu hâline gelecektir. Ülkemize, gönül coğrafyamıza ve insanlığa barış, huzur, esenlik, merhamet, şefkat, adalet ve fazilet aşılamanın yolu, birlikte yaşama hukukunu ve ahlakını yeniden yaşanır kılmaktan geçmektedir.