Diyanet-Sen Genel Merkezi
Genel Başkan Bayraktutar’la Darbeye Dair 3 Soru Röportaj-1
Genel Başkan Bayraktutar’la Darbeye Dair 3 Soru Röportaj-1
Uzun yıllar bu ülke üzerinde bir çok oyun oynandı. 1905 yıllarının sonu, ülke sıkıntılı bir süreç yaşıyor. Bu süreç yaşanırken işgal güçleri ülkenin her tarafına kendi misyonları gereği görevlilerini şimdiden taksim ediyor.
Bu kişiler inanç ve değerler yönüyle Türkiye’nin savaşla yıkılacağından emin. Dünya haçlı ordusu Osmanlının kalıntısı olan devleti yıkacağından emin, Osmanlı kan kaybı yaşıyor belki ama, daha istila zamanı için hayli bir zamanın geçmesi gerektiği konusunda herkes hem fikir.
1905 yıllarından sonra hangi ülkenin nereyi işgal edeceği ise net.
Daha sonrasında ne mi oldu? Malum… herkesin bildiği, fakat içeriğinden habersiz olduğu Abdülhamit dönemleri.
1909 yılı Osmanlı döneminin kara yılları. 3 Yıl sürgün hayatının yaşanacağı yılları İttihat ve Terakkiciler hazırlamışlardı.
Bu tuzağın sahipleri Türk asıllı değildi. Yahudi, Ermeni ve Hristiyan olan insanların bu tuzağı yıllar sonra anlaşılacaktı.
Abdülhamit son yüz yılın en iyi sultanı olmasına rağmen Hristiyan zihniyet mensupları onu 3 yıl tahtından mahrum bırakmış, 34. Osmanlı Padişahına yapılanlar,33 yıllık bir iktidardan sonra Osmanlının gerçek yıkımını başlatmıştı.
Anayasa ile salahiyetleri olmadıkları için Padişah Reşat ve Vahdettin ülkeyi sona sürüklemiş. Abdülhamid’den sonra ülkeyi yıkacaklarından emin olan dış güçler için artık vakit gelmişti.
Abdülhamit Yavuz-Kanuni-Fatih gibi büyük bir sultandı ama, şansızlığı devletin yıkılışı dönemine denk gelen bir sultan olmasıydı.
Oyunun kurallarına göre hareket eden Abdülhamit yıllarca Avrupa’yı bir birine düşürme yeteneğini elinde tuttu. Almanya’ya yakınlaşması, İngiltere’nin buna tahammül edemeyişi net bir şekilde vuku bulmuştu.
Ve son olarak Abdülhamit’in gidişi ile birlikte, vakit geldi diyen haçlı ordusu kolları sıvamış, Osmanlının içindeki Haşhaşiler buna zemin hazırlamıştı.
Yıkılışın üzerinden yaklaşık yüz yıl geçse de, Yıkılan Osmanlının küllerinden doğan Türkiye, Avrupa’nın tahammül sınırlarını zorlamış. Çanakkale’yi geçemeyen Haçlı Avrupası yüz yıl süreyle yeni bir oyuna daha kalkışmıştı.
Bu oyunun adı meydan muharebeleri değil, halkın muharebe ve inancını yıkmaya dönük stratejilerdi.
Avrupalılar küllerinden doğan Türkiye’nin var olma sebebini sağlam bir imana ve inanca bağlıyordu. Peki bundan sonra ikinci yüz yılda Osmanlının yıkımı nasıl olmalıydı?
Bu sorunun cevabı, maneviyatı çalınmış, inançları köreltilmiş ve Avrupalılaşma adı altında değerlerinden koparılmış olan Yeni Türkiye’nin ortaya çıkmasıydı.
Bu tuzak 2016 yılında kendi DİNİ ile
Kendi tankı ile,
Kendi Uçağı ve Helikopteri ile vurulmamıza sebep olacaktı.
Yeni Türkiye dedikleri Avrupa hayranlığı Jön Türkler gibi Avrupa’dan sadece edebiyatı ve sanatı öğrenen insanların türemesine sebep olmuş, bu oyalama süreci içinde bütün İslam alemine Osmanlının torunları olan bizlerin mayolu, bikinili resimlerle güzellik yarışmalarındaki resimleri servis edilmiş, İslam alemine bel bağladığınız Osmanlı torunları işte bu hale dönüştü mesajı verildi.
Bu görüntü manevi anlamda Osmanlının İslam dünyası üzerindeki varlığını doğal olarak ret ediyordu.
Yüzünü Avrupa’ya dönmüş olan Türkiye, ne Avrupalı olabiliyordu, ne de Haçlı Avrupa’sının algı ve tuzaklarından dolayı İslam ülkesi olabiliyordu. Arada kalmış bir inanç ve duruş sergiliyordu.
Büyük sürecin başladığı aşikârdı. Mısır bölünmüş, demokrasi yalanıyla dış güçler bütün İslam ülkelerine çökmüştü. Bu süreç içerisinde sesini yükseltmek isteyen Türkiye etkisiz, yetkisiz, nötür bir konumdaydı.
Bu durum yüz yıl süre ile bütün İslam devletlerinin, mazlumlarının ahını, vebalini çekecek olan bir Türkiye demekti. İslam Dünyası kana bulanmışken türlü kumpaslarla İşid’e destek veriliyor tarzında kirli tuzaklar kurulmuş, Suriye’deki fatura Türkiye’ye kesilmek isteniyordu. Burada bilinmesi gereken en önemli husus şudur; Savaş kurallarında öncelikle hüçsüz olanları temizleyerek güçlü olana ilerlemek isterler, Ortadoğu’ya yapılan bütün müdahalelerin altında Türkiye’ye karşı kurulan tuzak yatmaktadır.
O dönemde laiklik adı altında, çağdaş Avrupa’ya uymak adı altında Osmanlı döneminde eğitimini tamamlamış olan Başkomutanın Avrupai bir yaklaşımla devleti yönetme şekli bugün ki danışmanların, yaverlerin durum ve konumunu net bir şekilde gözler önüne seriyordu. Kısaca mazlumun, İslam’ın, Osmanlının itibarı bu hainlerin sinsi planlarıyla şekilleniyordu.
Bu ülke kurulduğundan beri ihanetle yönetiliyor… Ya da sizin anlayacağınız bir dille; Bu ülke yüz yıldan beri yaverlerin, üst kademedeki satılmışların silsileyi takip eden ihanetlerine rağmen yönetiliyor.
Bütün siyasilerimiz için hala netlik kazanmamış bir ölüm şekli anlatılır. Bu ne yazık ki halen netleştirilmemiş bir durumdur. Fakat araştırılırsa Türkiye’nin kuruluşundan itibaren bütün kirli tuzakların altında bu maşalar ve iş birlikçileri yatmaktadır.
Bugün FETÖ örgütü bünyesinde görev yapan hainlerin dini bir hassasiyet gözettiğini düşünmek büyük bir saçmalıktır. Bu örgüt farklı savaş stratejilerinden sadece birini uygulamıştır. Türkiye’ye karşı savaş başlatanlar 1905 yılından bu yana; Kardeşi kardeşe vurduran PKK yapılanmasını, Büyük ayrıştırmalarla sağ ve sol kavgalarını ve son olarak da inançları kullanarak FETÖ’ yü ortaya çıkarmıştır.
Kısaca son tuzakta Türkiyeli Müslümanların damarlarına sirayet etmek için girmenin şartı İslami motifli bir kılıftı. Bunu da yıllarca başardılar.
FETÖ terör örgütünün kuruluş süreci 40 yıl olarak gösterilir. Onlara göre 1964 yılında İzmir’de kurulmuş olan bir Nur hareketi görüntüsü verilse de, 1964 yılında CİA Ajanının Türkiye’ye gelmesiyle Fetö ele başına bu görev verilmiştir. Yüz yıl önce verilen görevin yeni bir maşayla devam ettirilme süreci başlamış oldu.
İslam’ı kullanarak halkın damarlarına girmeyi başaran bu hareketin masum olmadığı her ne kadar yıllar sonra anlaşılsa da, bu hareketin iç dinamiklerini iyi okumak gerekiyor.
Yüz yıldan beri Osmanlının hilafet makamı olan Türkiye için kurulan oyun, dini sembollerle çevrili bir yapı halini almıştır.
Bu yapı değil midir bir dönem sol cenah mensubu olan bir partiye oy veren, bu cenah değil midir? Şefaatçi olmam istense şu kişiye şefaatçi olurum diyen…
Büyük bir görüntünün altında, aslında yıllarca hata yaptılar ama, bu hatalarını göremeyen, bu kadar da adi olamazlar diyen, İslam’ı kullanarak hainlik yapmalarının imkânsız olduğunu düşünenler az değildi.
Biz şöyle düşünüyorduk; bizi her şeyle vurabilirlerdi ama, dinimizle, imanımızla vuracaklarını tahmin etmek aklımızın ucundan bile geçmezdi. Bizim aklımızın ucundan geçmeyeni bu örgüt yüz yıl önce planlamıştı. Büyük Tecrübeleriyle ülkemize sürekli yol gösteren Erbakan hocamızdan başka bu örgüt herkesi kandırmayı başarmıştır.
İçinizde yüz yıl önce böyle bir yapımı vardı diyenler vardır, biliyorum. Başta belirttiğim gibi kırk yıl önce sadece maşalar değişti. Emir komuta zinciri her zaman Abdülhamit’i yıkanların, İttihat ve Terakkicileri devreye sokanların, Osmanlının parsel parsel parçalanmasına zemin hazırlayanların elindeydi. İşte tam bu noktada Haçlı Avrupa’sının nasıl bir tuzak kurduğunu anlamak zor değildi.
Darbe kalkışmasıyla birlikte, Türkiye’yi işkal etmek isteyen 5000 DAEŞ militanının Suriye’de bekletildiği, Türkiye’yi işkal etmek için Güney Rum Kesiminde İngiltere hava ordusunun konuşlandığı, Bir pasta olarak görülen Türkiye için Albay John C. Walker (İncirlik), Albay Michael Manion (İncirlik), Yarbay Timoty Cook (İzmir) ve Yarbay Mark Coker (Ankara)nın darbeyi direk yönettikleri gerçeği kurulan bu tuzağın uluslar arası bir tuzak olduğunu bize göstermekte.
Bugün Darbe kalkışması sonrası Avrupa’nın garip tutumu başarısız olan Darbe kalkışmasının şokunu üzerlerinden atamamalarının sebebidir. Büyük yıkımı bekleyenler tanklara kafa tuzan, elinde çakısı bile olmadan hainlerin karşısında duran halkı hesaba katmadılar.
Türkiye’nin İslam devletlerinin ağabeyi tutumuna baktığımızda son günlerde yerinde uyarılar yapan Dış İşleri Bakanlığımız üzerine düşen görevi yapmaktadır. FETÖ terör örgütünü ortaya çıkaranlar Osmanlı kalıntılarını bütün dünya üzerinden silmek için kolları sıvamış durumdalar. Dış işleri Bakanlığımız aracılığı ile bir çok ülkeye uyarılar yapılmakta, bu oyun sadece Türkiye için başlatılan bir oyun değil, dikkatli olun denilmekte ama, üst kademeleri FETÖ terör örgütünün eline geçen ülkeler bu uyarıyı dikkate almamaktalar.
Türkiye’deki FETÖ yapılanması, Haşhaşi yapılanma, Irak’taki Kesnizani yapılanmaları, Mısır’daki Cuntacı yapılanma tamamen İslam dünyasını ele geçirmeye dönük bir yapılanmaydı. Bir çok yerde başarılı olan bu örgüt Türkiye’de başarılı olamadı.
Darbe Kalkışmasının olduğu geceyi anlatır mısınız?
Üyelerimizle birlikte teşkilat çalışması kapsamında toplantı halindeydik. Saat 22:00 civarlarında danışmanım Ankara’da garip bir hava var, Mamak Kıslasının önünde asker kontrolsüz bir şekilde yol kesiyor ve Ankara üzerinde DRON adı verilen makinalar uçuyor dedi. İlk etapta anlam veremedik canlı bomba ihbarı mı var ihtimalini düşünürken emniyet mensuplarının bu duruma müdahale edeceğini, askeriyeyi ilgilendiren bir durum olmayacağı kanaatine vardık. Danışmanıma olayı araştırmasını söyledim, birkaç dakika sonra danışmanım bütün emniyet birimleri çağrılmış sıkıntı var bilgisini verdi. Televizyonlardan ilk önce Başbakanımızın konuşmasını takip ettik ve anında bu bir darbe kalkışması bütün üyelerimizin sala ve ezanlarla halkı uyarması gerektiğini düşündük. Başkanlığımızla yaptığımız telefon görüşmelesi neticesinde Başkanlığımızın anında bütün din görevlilerine bu talimatı geçeceği bilgisine ulaştık. Diyanet-Sen mesaj sistemi üzerinden bütün üyelerimizi görev yerlerine çağırdık.
O gece manevi havayı oluşturan, darbelerin ezanları susturduğu dönemlerden, ezanlarla darbeleri susturacağımız bir tarihi bütün din görevlileri bu ülkeye yaşatmış oldu.
Cumhurbaşkanımızın çağrısından önce meydanlarda olan kardeşlerimiz, Başkomutanın emriyle halkın hınca hınç sokakları doldurması bize güç kuvvet verdi. Bizler o gece abdestlerimizi alarak vatanı postallara, tanklara, darbecilere teslim etmeyeceğimizin yeminini yaparak evlerimizden çıktık. Memur-Sen olarak ilk andan itibaren tavrımızı koyarak ihtiyaç olan yerlere üyelerimizin gitmesi için gereken yönlendirmeyi yaptık.
Sabah 07 de geride bıraktığımız şehitlerimiz, gazilerimiz vardı ama ülkemiz şükürler olsun dimdik ayaktaydı.
Başkomutanımızın kararlı duruşu büyük manada bize güç verdi ama, o sokaklarda olan kardeşlerimin verdiği mücadele tarifi imkansız bir yürek gerektiriyordu. Dedelerimizin Osmanlıyı nasıl cihan devleti yaptığı o gece tankların karşısında duran,atletiyle tankların egzozlarını tıkayan, eline aldığı sprey boya ile tankların görüş alanını kapatan, nereden getirdiğini hala anlamadığım spiralle tankın namlusunu keseceğim diyen, evinin çatısına çıkıp uçağın üzerine atlayacağım elimdeki penseyle camını kıracağım diyen bu halkın önünde kimse duramaz. Bugün belki yaşanılanlar bizi gülümsetiyor belki ama, o gece biz, biz değildik buna inanıyorum. İçimizde gizlenen Osmanlıdan kalma gizli bir gen bizi harekete geçirdi. İşte bu içimizde sabırla gizlenen inanç, azim ve vatan sevgisi dünyayı şoka soktu.
Din Görevlilerinin Verdiği mücadeleden sonra devletimize nasıl bir çağrıda bulunmak istersiniz?
Biz vatan-millet ve İnancımızı en üst aidiyet olarak görüyoruz. Bugün tekrar ortaya çıksa şehit olmak için koşacak yürekteyiz. O gecenin baş kahramanlarından olan din görevlilerimiz aslında yıllarca bir çağrıda bulundu. Dini-İmani konulara fazlasıyla eğilin, gereken değeri verin, vermezseniz içimizde bu dini kullanmak isteyen Lavrensler çıkar dedik. Sayısız basın açıklamalarında, teşkilat çalışmalarında bu konulara vurgu yaptık. Sokakları kana çevirmek isteyen güçler var dedik, Türkiye’yi Mısır’a çevirmeye çalışan güçler var dedik. O gün bizi anlamak istemeyen bazı sendikalar oldu. Biz Memur-Sen olmazsa, Diyanet-Sen olmazsa kavga severler olur, sokakları kan gölüne çevirmek isteyenler olur dedik, hala demeye devam ediyoruz. Bu ülkenin en önemli alanında görev yapan Din görevlileridir. Bu din görevlilerinin daha donanımlı olması şart, dini, sosyal, psikolojik bütün alanlarda din görevlileri ehliyetli olmalılar dedik. Bu sebeple sınavsız geçiş konusuna eğilmelerini istedik. YÖK başkanımız ve Cumhurbaşkanımız bu konunun farkındalar. Sınavsız geçiş hususunda yaptığımız çalışmanın artık sonuçlanması gerektiğini, bu durumun büyük bir ihtiyaç olduğunu gözlerimizle gördük.